Saturday, January 1, 2011

Avdan Köyü - Çamkoru Yürüyüşü


Bugün, Gregoryen ya da Miladi takvimin 2 Ocak 2011 Pazar günü. Dünya, Güneş'in etrafında 365 gün ve 6 saat yolculuk yapar. Günler, bu yolculuğun kilometre taşlarıdırlar. Günleri kilometre gibi hayal edersek, yıl başından bu yana Güneş'in etrafında 2 km yol almışız demektir; geriye 363 km yol kalır!.. Dünyamız iyi bir trekkingçidir; hızlı ve sabit bir tempoda 365 gün yürüyüş yapar, üstelik baton kullanmaz; boşlukta yürür. Aslında onun batonu vardır; Güneş'in çekim gücüdür bu! İşte biz, uzayda trekking yapan çılgın bir Dünyanın içinde sakince trekking yapıyoruz!..



Bugün, Ankara Dağcılık Kulübü ADK'nın Avdan Köyü - Çamkoru yürüyüşüne katıldım; genellikle sırtlardan yürüdük. "Bardakçılar Köyü - Çamlıdere" yürüyüşü yerine sürpriz ve güzel bir parkur seçmişti Müslüm hoca. Bu yürüyüşü yüksek irtifada yapsaydık, artistik bir deyimle buna "Avdan - Çamkoru Transı" diyecektik!.. Dağcılıkta bazı terimler hoş ve havalıdır; Trans, Alpin Stil ve Ekspedisyon sözcükleri böyledirler. Aslında bu terimlerin doğru kullanılmalarına dikkat etmeliyiz. Ben de sık sık "trekking" sözcüğünü kullanırım; esasen, bugünkü yürüyüşümüz günübirlik olduğu ve kamp içermediği için "Hiking" demek daha isabetli olurdu. Hiking'in Türkçesi Doğa Yürüyüşü'dür. Trekking ise köken itibariyle Güney Afrika'da kağnılarla ya da yaya olarak göç etmek anlamına gelir; bu kökenden dolayı olsa gerek, Trekking kamp içerir; işin içinde göç olduğundan bir günden fazla sürer, daha zorludur. Her şeye rağmen, ben Hiking'i sözcük olarak pek tutmadığımdan dolayı Trekking'i kullanıyorum; onu yerine Doğa Yürüyüşü deyimi en güzel olanıdır tabii.


Birazdan bugünkü etkinliğe dair aklımda kalanları değerli okuyucuyla paylaşacağım. Etkinliğe 10 kişi katıldı; 2 kişi son anda vazgeçtiler; Ülkü ve Olcay ise son anda listeye dahil oldular. ADK'nın çekirdek kadrosundan bazı eksiklikler vardı; yılbaşı kapsamında İstanbul Ceset Sergisi (Body Worlds), Çorum Hattuşaş gibi değişik yerlere dağılmışlardı; "4 çeker"den sadece ben vardım.


Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkte mevcuttur:



Sabah 7.45 gibi Ankara'dan yola çıktık. Eski yol yerine otobana girdik. Gerede yönünde ilerledik. Çamlıdere barajını geçtik ve Çamlıdere'de Uğurak kebap salonunda mola vererek çorba-çay içtik. Tahsin hoca menüdeki "Tesettürlü Pide" yemeğine dikkat çekti; kapalı pide yerine böyle bir isim vermişler. Yurdum insanı kendini bazen böyle zeki sanıp tuhaf isimler koyar!.. Fakat espiriyi tamamlamak için bence açık pideye de "Laik Pide" demeleri gerekirdi. Tabii bütün bunlar 21. yüzyıl için tam bir saçmalık. Tanrı'yı, bir insanın saçıyla ilgilenecek ve uğraşacak derecede alçaltmak ona hakaretten başka bir şey değil. Eğer bütün evreni yaratan ultra bir güç varsa, ey insanoğlu, Tanrı'yı böyle basit işlerle ilgilenen eli sopalı bir mürebbiye konumuna düşürme, buna hakkın yok! Tanrı bizi bütün dinlerden korusun!.. Çorbaya gelince, sıcaktı, suluydu, ama ben çorbadaki tereyağından dolayı çorbayı pek sevmedim, çoklukla sade pide ekmek yedim. Çamlıdere'yi geride bırakıp meşhur Şeyh Ali Semerkandi Türbesi levhası önünde indik. Bu türbeyi de bir türlü göremedim ve umarım bir gün bunun için bir fırsat doğar.
Hava güneşliydi ve rüzgarsızdı, ama soğuktu. Yürüyüş boyunca -3 ve -8 arasında gidip geldi. Tozlukları takıp çam ormanlarına daldık. Yer yer karlı bölgelere geliyorduk; sanki otomatik bir temizleme makinesi ayakkabılarımızı cilalıyordu! Binlerce güneş ışığı, binlerce kar taneciği üzerinde parıldıyor, gözleri kamaştırıyorlardı; bu doğal inciler görsel bir şölen sunuyorlardı. Yahya hocanın "İyi ki geldik" sloganıyla ilerliyorduk. Etkinlikten önce minibüse bininceye kadar geçen süre işkencelidir ve caydırıcıdır; sabah 6.15'te soğukta kalkmak, zorla kahvaltı yapmak, her tür hazırlığı yapıp minibüse binmek... Sonrası ise "iyi ki geldik"e dönüşür, ve insan, "gelmekle doğru yapmışım" der!..
Uzaklardan "sarı kayalar" bölgesini gördük ve hedefimiz orada bir mini zirve yapmaktı. Sağımızda Avdan köyü görülüyordu. Çamlıdere ilçesinin bir köyüdür bu. Çamlıdere'de esasen iyi bir sitede bir ev alınabilir ve Cuma-Pazar arası orada yaşanabilir. Güzel bir şömine ya da soba; pişen kestaneler; camlı bir çatı katı; esaslı bir teleskop; kırmızı şarap ve mumlar ve yıldızlar ve sessiz bir gece ve kayan yıldızlar, dilenen dilekler... Çamlıdere bana hep bu hayali hatırlatır... ve bir hayalin peşinden gerçek gelebilir, gelir, gelsin...
Bu köyün, yani Avdan köyünün komik bir yanı da vardır; köyde ermişler yatarmış ve Osmanlı zamanında bu ermişlerden dolayı köyden bir müddet vergi alınmamış!.. Maneviyatın maddeye saçma bir yansımasıdır bu!.. Tek bir ermiş tanırım ben, o da bilimdir, insan zekasıdır; öteki sözde ermişleri geçiniz!.. Köyün kuzeybatısında Türkiye'nin 23. Tabiat parkı olan Çamkoru bulunmaktadır, ki bizim bugünkü nihai hedefimiz bu parkın göleti civarlarıydı. Yol boyunca 2 yatay 2 dikey, yani T şeklinde duran tavşan ayak izlerine sıkça rastladık. Sarı renkte olmayan sarı kayalara tırmandık; bu andan itibaren kuşburnu ziyafeti başladı. Sarı Kayalar zirvesinden ova manzarası seyrettik. Koca taşları gördük; Müslüm hoca her eve bu taşlardan lazım dedi, sanırım "bouldering" için söyledi bunu!.. Bouldering, yerden fazla yükselmeden kaya tırmanma antremanıdır. Nazım hoca bu işlerin piridir diye biliriz!.. Tek taş görünce, öteki "tek taş" espirileri yapıldı. Tek taş pırlanta yüzük yerine böyle koca bir tek taş alınsa ne romantik olurdunun şakalarının türevleri üretildi, yoksa ben mi ürettim kendi kendime de sanki başkaları üretti sandım!... Donmuş yabani otların güneşteki harika görüntüleri gözlerimizi büyüledi.
Ocak ayındaydık ve yine tek kat içlikle, yazlık şapkayla yürüdüm; sonradan göçmezsek iyidir!.. Yürüyüşün %90'ı böyle geçti; sonlara doğru, güneş batınca hava, soğuk kamçısını vücudumuza indirmeye başladı; gece -10'dan da aşağı inecekti besbelli. Sarı kayalar zirve fotoğraflarından sonra yola koyulduk. Avcılardan ya da eğitim alanından gelen silah sesleri duyduk; "bize ateş ediyorlar ama ıskalıyorlar" türünden espiriler oldu. Mustafa hocanın GPS'ini inceledik; Rıfat hocanın Ünal Kuruyemiş incirlerini ve gün-kurusu kaysılarını afiyetle yedik; Güray hocanın Denizcilerin kulandığı titrek sesli düdüğünü dinledik. Ağaç dallarında yeni dünya meyvesi gibi duran asalakları gördük; itiraf etmeliyim ki ben bunları meyve sanmıştım!.. Kristalleşmiş kar tanelerinin enfes görüntüleriyle tırmandık; yol boyunca sanki sonsuz sayıda konu konuşuldu. Kocaman ayı izlerinin olduğu karlı bir yoldan geçtik; ayının ayak izlerindeki pençeler rahatlıkla seçilebiliyordu; tam bir ayı gibi yürümüştü!..
Bir güneşe çıkıyor, bir gölgeye dalıyorduk; bir cennete, bir cehenneme!.. Çantamızdaki termosun sularının monoton sesleri kuş seslerine karışıyor, uyku verici bir ninni etkisi yaratıyordu. Dalların arasından güneşin kaçamak bakışlarıyla gözlerimiz kamaşıyordu. Halen yeşil olan yapraklar, ölümle özdeşleşmiş kışa inat yaşamı bütün canlılıklarıyla temsil ediyorlardı. "Biz ölmedik, ölmeyeceğiz," diye haykırıyorlardı bu yeşil yapraklar. Onlar, direncin ve azmin kahramanlarıydılar ve soğuğa ve her türden olumsuz koşullara rağmen karşı dimdik ayaktaydılar, yemyeşildiler.
Dalların arasından geçerken sanki dikenli görünmez eller bizi yakalıyor, "Dur hemen gitme, biraz laflayalım ne olur!" diyorlardı; kabul etmeyince bizi tırmalıyor, vücudumuzu kanatıyorlardı. Ben bu kez 3 pet şişe almıştım yanıma; onları yün çoraplara geçirip, polarlı kılıfa yerleştirdim ve de içlerine de ılık su koydum. Sabah 7'de koymuştum. 10.05'de başlayıp 16.15'te biten yürüyüşümüzün bitişine yakın zamana dek içilebilir ılıklıkta kaldılar. Böyle yapmayınca su buz kesiliyor ve içilmiyor.
Bir vadi, bir tırmanış derken yemek molası verdik. Ülkü, etkinlikteki tek bayan olmanın avantajıyla Çorba gibi ikramlarla "pozitif ayrımcılığı" yaşadı. Ben, patates domates vs her zamanki menümü hallettim! Mola verdiğimiz yer hem manzara açısından harikaydı ve hem de hava açısından! Sıcaktı, rüzgarsızdı. Burada Olcay, "Jale yokken yemek listem gizli kalacak" tarzında bir şey söyledi ve gerçekten de gizli kaldı; Tahsin hoca o an itibariyle Jale-Şule'yi arayarak gerekli malumatları verdi. Şişkin midelerle buzlanmış dereler geçip tırmandık; ekip kondisyonu gayet iyiydi. Bir karayoluna paralel yürüyerek Çamkoru tabiat parkına girdik. Sarı çamlar diyarından geçtik. Yarı-buzlu göletten minibüse gittik! 15 km yürümüştük; etkinlik 6 saat sürmüştü. Sevimli bir köpeğe rastladık. Erol hoca köpeklerle iyi anlaşıyordu; sanırım bunun sırrı onlardan hiç korkmaması ve ona her zaman iyi davranacaklarına olan kesin inancıydı!.. İnsan bir şeye hiç şüphe duymadan inanırsa, onu gerçeğe dönüştürebilir, ama asla şüphe duymamalı!.. Çay ve esnetmeyle birlikte yürüyüş tamamlandı. Çamkoru Tabiat Parkı içinde bir izcilik kampı da varmış, Harun hoca bir zamanlar bu izciliğe takılmış...
Bugün yine Doğa'nın İmparatorluğu'ndaydık. Kurtların, çakalların, tilkilerin, tavşanların ve yaban domuzlarının, alabalıkların ve geyiklerin dünyasındaydık. Bu olağanüstü dünyaya girdik ve çıktık, orayı kirletmemek için hep böyle yapılmalı; oraya girmeli ve çıkmalı!..
Yazımı yine bir müzikle sonlandırıyorum; bu kez bir Türk sanatçının müziği; hep yabancılarınkini koya koya bizi de yabancı sanmasınlar; Türküz; tabii bilimsel olarak da maymunuz, daha geriye gidersek Kuyruklu yıldızla gelen bir bakteriyiz; hepimiz bakteriyiz, hepimiz molekülüz, bir meçhulün içindeki meçhulleriz! İşte Kazım Koyuncu, Ella Ella; arabada benim sürekli dinlediğim bir parçadır bu ve arabayı hızlı sürmeme neden olan bir parçadır:
Mehmet Murat ildan