Friday, February 11, 2011

Çamlıdere - Yanık Geçişi


Bugün 2011 yılının 13 Şubat Pazar günü; bu yılın bitmesine 321 gün kaldı. Önemli siyasi olayların yaşandığı "Hüsnü Mübarek" bir aydayız!.. Bugünkü yürüyüşün öyküsünü yazmadan önce geçmişte ne olmuşa şöyle bir göz attım; çok şey olmuş ama benim dikkatimi Galileo Galilei çekti; 13 Şubat 1633 yılında Galileo, Engizisyon Mahkemesi'nde yargılanmak üzere Roma'ya gelmiş. Bunu görür görmez Dava Sobel'in "Galileo'nun Kızı" isimli güzel kitabı ve o kitaptaki harika mektuplar aklıma geldi. Maria Celeste, bir manastırdan babası Galileo'ya zarif mektuplar yazar ve bunlar enfes mektuplardır. Fırsat bulursam yine okumak isterim. İnsan çok fazla kitap okumamalı; bu kesinlikle gereksiz; yalnızca insanı yükseklere taşıyan çok özel kitapları belirli aralıklarla yeniden okumalıdır. Hayat kısa; her şeyi okuyamayız; az ve öz okumak zorundayız...

Bugünkü etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkte mevcuttur:




Bu hafta bizim Ankara Dağcılık ADKK, Yeşil-Mavi grubu, DASK grubu ve Ankara Trekking gibi değişik alternatifler arasında yürüyüşümü daha önce hiç bilmediğim ve Gülsen hanım aracılığıyla öğrendiğim bir grupla yaptım: Yeni Rota grubu. Ya da diğer bir isimle Da_Ha. "Doğaya Aşık olan Herkese Açık" sloganının baş harflerinden türetilmiş bir kısaltmadır bu. Dağcılık, kampçılık ve günübirlik yürüyüşler yapıyorlar; doğayı seviyorlar ve doğada heyecan duyuyorlar. Bu grup için "Uzun yürüyüşçüler" veyahut "Yüksek tempo yürüyüşçüleri" diyebilirim. Grupta en az 18 km doğaçlama olarak yürünmektedir. Tabii bunu inişli, çıkışlı, vadi geçişli bir mesafe olarak düşünmek gerek. Süphan, Emler, Aladağlar, Erciyes gibi yerlere de gidiyorlar. Rehberliği Ergün Erdem bey yapıyor; bu gezide eşi Kezban hanım da ona eşlik etti.

Bu haftaki yürüyüş Çamlıdere Yaylası - Yanık Köyü geçişiydi. Çamlıdere yaylası ve oradaki evler benim sevdiğim bir yer ve zaman zaman acaba oradan şömineli bir ev alıp hafta sonu oralarda mı kalsam ve ormanda tırsıtıcı gece yürüyüşlerine mi çıksam dediğim bir yer. Ankara'dan 100 km kadar uzaktadır Çamlıdere. Kızılcahamam'ı geçtikten sonra Çamlıdere yol ayrımı vardır; şu meşhur Şeyh Ali Semerkandi levhasının olduğu yer!..
Çamlıdere yaylasından Yanık köyüne değişik rotalardan gidilebilir: Tam kuzeydeki Bardakçılar'a çıkılıp oradan hafif kuzeydoğu yönündeki Yanık'a ulaşılabilir. Ya da önce doğuya gidip oradan yine kuzeydoğuya geçilebilir. Çamlıdere yaylasından güneye inerseniz 1850 metrelik meşhur Aluç dağını görürsünüz. Aluç dağından tam doğuya giderseniz Kızılcahamam oradadır, ama epeyce bir uzaktadır elbette!..


Bugünkü etkinliğe 10 kişi katıldı. Da-ha grubu, Ankara'dan en erken yola çıkan gruplardan biriydi; ben 7.15'de durağımdan minibüse bindim; ki o durakta genellikle 7.50'de minibüse biniyordum. Saat alarmımı her zamanki 6.01'den 5.45'e ayarlamıştım. Pazar sabahı 7'de Ankaralı henüz uyuyordu; yollarda sadece aç kediler ve sabahın kirli havasında sabah sporu yaparak sağlık kazanacağını sananlar dolaşıyorlardı. Ankara'dan yola çıktık; ilk durağımız Kazan'daki odun ekmeği yapan fırındı: Ekmekciyan. Ben hariç herkes taş ekmeklerden birer ikişer aldı. İkinci durağımız Kızılcahamam'ı ve Kızılcaören köyünü geçtikten sonra vardığımız Yanık köyüydü; bu köyün yanında Huzur Lokantası ya da Sarının yeri vardır. Sahibi biraz sarı saçlı olduğundan ona öyle diyorlar. Koltukları derili bir lokanta; sıcak bir yer; galiba Mevlana'dan daha iyi bir yer, yine de böyle yerlerde yemek yememeye karar verdim!..
Ben hariç herkes pek çok kahvaltılığı masaya koydular, ben sabah kahvaltı yapmıştım; çaylar geldi. Bir tabak zeytin yiyenden, acılı ezme yiyene kadar çok çeşitli şeyler yendi. Ben de Ergün beyin verdiği "galiba ev yapımı" gözlemeden ve Lale hanımın ikram ettiği otlu peynirle kekten yedim; diabetik turunç reçeli bile vardı masada. Ergün bey Sarı'yı çocukluğundan beri tanıdığı için böyle dışarıdan getirilen yemeklere bir itiraz olmadı. Bolu Köroğlu yürüyüşünden tanıdığım ve sonra bizim ADKK'ya da gelmiş olan Ünal da ekipteydi. Ünal, genellikle gruptan kopup alternatif yürüyüşler yapardı o zamanlar!..
Kahvaltı sonrası Yanık'tan, orası yanmadan ayrıldık; 15-16 km bizi kesmez konuşmaları yapıldı ve de kardan yararlanmak için Çamlıdere bitimi levhasında durup saat 10 gibi yürüyüşe başladık. Buradan Çamlıdere yaylasına 1.5 saat kadar yürüdük; yani yürüyüşe başlayacağımız noktaya yürüyerek gittik. Aynı ekipte yıllardır yürüyenler artık bir çeşit aile olmuşlar; da_ha grubuna 5 yıldır ya da daha uzun süredir gelenler vardı. Genellikle bütün doğa gruplarının bir çekirdek kadrosu oluyordu; insanlar yürüyüş dışında da görüşüyorlardı.
Hava güneşliydi; etkinliğin yüzde 90'ını tek kat içlikle yaptım. İlk başta Reha bey yüksek tempoda önde gitti. Önceden de yazdığım gibi bu grup oldukça hızlı ve durmadan yürüyordu. 18-20 kilometrelik dik çıkışları ve inişleri olan parkur saat 16 civarı tamamlandı; pek yorulan olmadı gibi, ya da ciddi yorulan olmadı, gerçi arabada uyuyan birkaç kişi de gözlerden ve objektiflerden kaçmadı!.. Başka gruplardan gelenlerin büyük çoğunluğu ilk aşamalarda bu tempoya kolay ayak uyduramazlar diye düşünüyorum; çünkü koşuşturmaca (ya da Jogging) tarzı ve çok az molalı sıkı bir tempo. Yemek molası da 10-12 dakika sürdü. Grubun yürüyüşleri 15 günde bir yapılıyor; bu tempoda her hafta yapmak hiç kolay değil. 15 günde bir olması oldukça mantıklı ve doğru bir seçim.
Ergün bey öne geçtiğinde kısa sürede önde ağaçların arasında kayboluyordu; sonra arka grup izi kaybedince bağırılıyor ve derinlerden bir ses geliyordu. Etkinlik boyunca pek çok konu konuşuldu. Ergün beyin üzerindeki elbiselerin hepsi kendi yapımı; tozluk da yapıp Ahmet beye bir tane takdim etmiş; fosforlu güzel bir tozluk bu; askeri kumaştan dikilmiş sanırım; fakat su geçirmezliği garanti kapsamında değil!.. Herhalde "kendine yeterlik" prensibi uygulanıyor burada; Ergün bey kendi arabasını da kendisi boyayacakmış; bunun planlarını yapıyordu. Bu iş için ya bir kapalı yer kiralayacak ya da grupta bahçesi olan arkadaş ona bir yer yapacak. Satılık Toyota arabadan, Erciyes tırmanışına, yazın yapacakları Kaçkarlar etkinliğine kadar çok değişik konular konuşuldu.
Güneş pırıl pırıl, hava masmaviydi; ciğerler bayram ediyordu. Tel örgülere gelince artık Çamlıdere yayla evlerine vardığımızı anladık ve 1.5 saatlik "hızlı ön yürüyüşten" sonra asıl yürüyüş başlangıç noktasına varıp yukarı tırmanışa geçtik. Çamlıdere yaylası her zaman olduğu gibi huzur vericiydi; taş evler harikaydı; bu evlerde şöminede odun yakıp gece de sonsuz sayıdaki yıldızları kırmızı bir şarap eşliğinde seyretmek pek güzel, pek büyüleyici olurdu; buralardan bir komşu edinmek gerek herhalde!.. Etkinlikte sigara içen yoktu ve güzel bir davranıştı bu.
Her zamanki gibi jogging tarzında hızlı tempoda Cibilli dedenin mezarına geldik. Meşhur bir söz vardır: Quando Romae sum, jejuno Sabbato! Yani "Roma'da Romalılar gibi davranın!" Ben de vitesi büyüttüm ve jogging moduna geçtim. Cibilli dede mezarına daha önce ADKK ile gelmiştim. Bu dedenin lakabı şöyle: Geyiklere tuz yediren Cibilli dede! Geyiklere tuz yalatan, onlara su ve yiyecek veren bir alevi dedesi olduğunu duymuştum ama pek de bir bilgim yok. Cibilli dede mezarından Kös Yaylaya bir yol gider. Biz oraya gitmeden devam ettik. İlerde yine bir yol ayrımı var. Sağa giden yol Soğuksu tarafına gider; biz sola saptık. Ondan önce Aluç dağı'nı karşıdan izlemek için bir zirveye geldik. Aluç'da epeyce bir kar var görünüyordu. Burada 10-12 dakika kısa bir yemek molası verdik ve hızlı bir inişe geçtik. Ergün bey bazen önde bazen de geride kayboluyordu, doğa fotoğrafları çekiyordu!.. Domuz alanına geldik. Sıradaki hedef Kızılcaören yaylasıydı. Bir yol ayrımına daha geldik. Orası Kızılcaören'e gidiyordu; biz yaylaya yöneldik. Uzaklardan zaman zaman Işık dağını seçebiliyorduk. Bir hafta sonra dolunay da olacak sanırım; şimdiden dolmaya başlamıştı!.. Çiğdemlerin yanlarından geçip Kızılcaören yapay gölüne ulaştık.
Burada ağır taşlar fırlatılıp buzun kalınlığı iyice ölçüldükten sonra göl üzerinde toplu fotoğraf çekildi ve bir süre gölde yürüdük; ancak Ezgi çatırdama sesi duyduğunu söyledi ve gölden çıktık. Bıçakla buzun altını bulmaya çalıştıysak da bir sonuç vermedi; ancak göl bazı yerlerde beton gibi olsa da her yerde kesinlikle sağlam değildi; ben de yürürken bir ara çatırdama sesi duydum ve en kısa yoldan karaya çıktım!.. Güneşe rağmen o buzdan suya düşmek hiç de hoş olmazdı!.. Ergün beyin büyük zoom'lu bir makinesi var ve sanırım iyi fotoğraflar ondadır.
Göleti, dikenleri, gölgeleri, tarla farelerini, göklerde süzülen akbabaları, likenli taşları, pörsümüş kuşburunlarını, domuz alanını, gördüklerimizi ve görmediklerimizi, o bölgenin makro ve mikro yaşamını geride bırakıp koşturmaya, dikenli çalıları, solgun meşeleri, küçük sık ağaççıkları kollarımızla yarıp geçmeye devam ettik. Haritadan hatırladığım kadarıyla göletten sonra kuzeydoğuya gidecektik; bir ara pusulamı cebimden çıkarıp bu meret bir işe yarıyor mu dedim. Ergün beyin kuzey doğu istikametinde gittiğini gördüm. Saat 15.15 gibi Yanık köyünü uzaklardan gördük. Çok pis taşlı patika bir yoldan köye ulaştık; manzara güzeldi ama yol sürekli göz teması isteyen bir yoldu!..
Benim öteki ayakkabım artık su alıp ayaklarımı üşüttüğünden dolayı dün La Sportiva 4X3 tabanlı ayakkabı aldım. 1.5 yılda yeni ayakkabı mı alınır derken Ergün beyin her sene aldığını öğrendim. Ayakkabıyı 45 numara aldım, biraz büyük ama en azından ayak şişerse sorun yaratmıyor. Ötekini yaz gelince kuru havalarda kullanacağım. Yamuk batonumu değiştirmedikleri için "Bir daha asla Kaftanoğlundan bir şey almam" demiştim ama Asolo Sasslong bulamayınca ve La Sportiva'nın bu modeli de Asolo Sasslong'a epeyce benzediğinden onu oradan aldım. İnsan büyük konuşmamalı derler ama bence hiç sorun değil; insan büyük konuşabilir ve sonra da "asla yapmam" dediği şeyi yapabilir! Zaman geldiğinde esneklik gösterebilir; katı olmak her zaman doğru olmayabilir. Meşhur, "Eğilen bambu, esnemeyen meşeden daha güçlüdür," sözü de bunu işaret eder herhalde!.. Her şey değişir diyordu Dalai Lama.
Etkinlik sonunda hamam faaliyeti vardı; ama birkaç kişi istemeyince vazgeçildi. Ben çekimser kaldım; malzemeleri getirmiştim ama 1 saat bu işler için pek uygun değildi; en az 2-3 saatlik bir süre olursa sıcak su etkinlikleri iyi olabilir, yoksa biraz işkence tarzı olur. Tabii sulardan göz enfeksiyonu da kapmamak şartıyla kaplıcalar hoştur!.. Gül kokulu Hacı-Şakir sabunu bile getiren Ünal bu işten epeyce hayal kırıklığına uğradı ama gelecek için rehberden bir hamam sözü de aldı.
Sıkı bir yürüyüş oldu; yüksek temponun bir dezavantajı doğayı algılama olayı biraz daha düşer; sürekli hareket halindeyken doğanın dinginliği yeterli algılanamayabilir; ama tabii grubun genetiği ve formatı ya da DNA'sı böyle sanırım; yüksek tempo hızı seven ve başından sonuna dek böyle yürüyenlerden oluşan bir grup bu; bu tempoya alışan da artık bir daha orta hızda yürümekte zorlanır. Her şey bir alışkanlık meselesi; bir şeyi tekrarladıkça vücut ona alışır ve zorluklar bir rutine döner. Şunu da bilmeliyiz ki insanı ancak zorluklar geliştirir!.. Güzel rota ve ikramlar için Ergün beye ve öteki arkadaşlara teşekkür ederek yazımı sonlandırayım.

Yazımı her daim olduğu şekliyle, yani bir müzikle bitiriyorum; Elvis'i epeydir vermiyordum: Good luck Charm.



Mehmet Murat ildan