Thursday, January 6, 2011

ADKK Kurumcu Doğa Yürüyüşü


Bugün, 2011 yılının 9 Ocak Pazar günü. Günler, freni patlamış bir araba gibi ilkbahara doğru hızla ilerlemeye başladılar; zaten hayat da freni patlamış bir arabadır; hızla ilerler ve bir yerlere bindirir!.. Bugün aynı zamanda Fransız varoluşçu ve felsefeci Simone de Beauvoir'ın (Simon dö Bovuağ'ın) doğum günü. Kütüphanemde bir türlü okuyamadığım birkaç kitabı var. Onun güzel bir sözüyle yazıma başlayayım: "Bir yetişkin nedir? Yaşla şişirilmiş bir çocuktur!"


Bugünkü yürüyüşümüz, daha önce ismini duymadığım bir yerden, Kurumcu'dan başladı. Kurumcu diyince benim aklıma bacaların siyah isleriyle ilgili şeyler ve gözümün önüne de yüzü madenciler gibi kararmış insanlar geliyor. Yer olarak Çamlıdere barajının hemen güneyindeydik. Etkinliğin fotoğraflarının bulunduğu linki aşağıya ekledikten sonra ayrıntılara geçeceğim:




Etkinliğe 16 kişi katıldı. Kubilay bu haftaki "son dakikacıydı." Harun hoca sanırım biraz üşütmüş, gelemedi. Tahsin hoca bu hafta misafir sayısını 3'e çıkardı; haftaya belki 4 yapar. Mürsel-Tevfik hoca da epey bir aradan sonra geldiler; Tevfik hoca yine serbest yürüyüş sitili kullandı ve karda olması gereken derinlikten daha fazlasını ayak izleriyle açmayı başardı!.. 4 çekerden ise sadece Nazım hoca eksikti.
Ankara'dan yola çıkarak her zamanki E89 Otobanında - ki ben buna Gerede otobanı diyorum - ilerledik. Otoban, Çamlıdere barajına henüz varmadan Güdül yoluyla kesişir. Güdül yoluna girip oradan Çeltikçi'ye geçtik. Çeltikçi'den sonraki köy Kurumcu'dur. Bu bölgede pek çok yere gidip oradan başka yerlere yürüyebilirsiniz. Yani Akçakese'de inip Sorgun'a yürüyebilirsiniz ya da Sorgun'da inip Çeltikçi'ye yürüyebilirsiniz. Teorik olarak her yer parkurdur, her yer rotadır, ama ormanı/oksijeni bol, gölleri dolu rotalar ya da sessiz sakin derin vadiler, daracık loş geçitler daha keyiflidir.

Kurumcu köyünü ben ilk kez duydum. Köy, 30 yıl önce 1 km yukarıdaymış ama heyelan bölgesi olduğundan şimdiki yere taşınmış; herhalde taşınmasaymış zaten oraya kayacakmış!.. Buranın meşhur yemeği "Desti kapama" denen bir şeydir. Testinin içine et, su ve soğan konurmuş ve de testiyi ters çevirip tencereye koyarlarmış. Tabii testi tencereyi tamamen doldurmuyor; etraftaki boşluğa da pilav koyarlarmış. Doğrusu böyle bir yemeğin tadı nasıl olurdu merak ettim, ama sadece merak ettim; bu, tadacağım anlamına gelmez!.. Köyün girişinde, içinde gümüş ve sazan balıkları olan bir göl de var, ki bizim yürüyüşümüz buradan başladı ve yine oralarda bitti.

Yabanabad bölgesi köylerinin çoğu Orta Asya'dan geldiklerini söylerler ve belgelerden bahsederler. Kurumcu yakınlarındaki Aşağıhüyük köyü de bunlardan biridir. Altay ve Tanrı Dağları eteklerinde yaşayan Türk obaları oralardan buralara göç etmişlerdir. Civardaki isimler de ilginçtir: Tarhanalığın Doruk, Kızılcıkboğazı, Horozoğlu deresi, Sırıklı Dede!.. Efsaneye göre buralara 3 evliya gelmiş: Yılanlı Dede, Ali Semerkandi ve de Sırıklı Dede!.. Nedense benim ismimi unutmuşlar: Evliya Hacı Murat!! Bu Aşağıhüyük medresesinde Osmanlının ünlü alimlerinin yetiştiği söylenir. Tabii oturup bu köyün tarihini incelemek uzun iş, o yüzden sadece bir değinmeyle geçiyorum; meraklı arkadaşlar literatürü tarayabilirler. Zaman zaman böyle bir köye gidip, orada yaşayan yaşlılardan köye dair bütün bilgileri alıp köyü ve onların yaşamlarını, dramlarını ve sevinçlerini, hüzünlerini ve hayellerini bütün ayrıntılarıyla yazma arzusu bende belirir ama uygulamaya bir türlü geçmez bu arzu!..


Aklıma gelmişken görmek istediğim birkaç yeri de buradaki notlarım arasına alayım ve geleceğe bir not düşeyim: Bunlardan biri Alicin Kanyonu ya da CinAli Kanyonu. Bu Kanyon, Kalemler köyü eski pazar inişindeymiş ki Kalemler köyü Kurumcu'ya çok da uzak değildir. Uzaklardan bu kanyonu gördük zaten; belki baharda oralara keşif amaçlı gidilebilir. 140 metrelik dik bir yamaçta mağaralar varmış; bu Alicin Manastırı Sümela Manastırı tarzı bir görünüme sahip sanırım. Bir de Ağsar kalesi (Gavur kalesi) var, ki bugün Çeltikçi köy sakinlerinden biri bize kaleyi uzaktan gösterdi.

Bugünkü yürüyüşe dönecek olursam, ilk durağımız olan Çeltikçi'de mola verdik. Pehlivan marketten ufak tefek şeyler alındı ve yan tarafa yani Mehmet Kiraz'ın kirli kıraathanesine girdik. Çay henüz olmadığından burada bir hayli zaman geçirdik. Ülkü'nün üzerindeki elbiselerin renk uyumu konuşuldu. Yavaş yavaş, uykudan uyanan köylüler kahvehaneye gelmeye başladılar. Köyün delisi, ekipteki bayanları biraz korkuttu! Çıkarken de yere tükürdü; sanki ne yapacağı kestirilemeyen birisi gibiydi; fakat bu insanların hepsinin hüzünlü birer öyküleri vardır ve esasen onlardan korkmamalı, yaşamlarının ardındaki dramı çözümlemeliyiz; ister doğuştan olsun isterse de sonradan, bu köy delilerinin hepsinin hüzünlü bir öyküsü vardır.
Çeltikçi bir beldedir; burada çeltik yani pirinç üretilir. Bu kelime de ilginçtir: Farsça şeltük sözcüğü, kabuğu ayıklanmış pirinç anlamına gelir. Çayımız nihayet geldi ve buradan Kurumcu'daki yürüyüş noktasına, göl kenarına gittik. Bundan sonra yol boyunca pek çok güzel ve şirin göller gördük. Bölgeye "Yabanabad 7 Göller" unvanını verdik. Bazıları yapay, çoğu da doğal çanak gölleriydi. Kahvehaneden ayrılırken saat 9.50 civarlarıydı. Baton boyu ayarlamalarından sonra 10.15 gibi yürüyüşe başladık. Etkinlik 18 kilometre ve 6 saat sürdü. Kolumda, Müslüm hocanın bir zamanlar Tchibo'dan 89 liraya aldığı saat türünden bir saat olsaydı, "Anında bilgi" bağlamında güzel olurdu; devamlı bakardım altimetreye hangi yükseklikteyiz diye!..


Kurumcu gölünün İsviçrevari bir havası vardır; ya da İsviçre göllerinin Kurumcuvari bir havaları vardır da diyebiliriz!.. Hava rüzgarsızdı; belli belirsiz bir güneş vardı; çıkışa başladık ve bundan sonraki saatlerin çoğunda yukarı çıktık; Tanrı'ya doğru yükseldik. Tevfik hocanın orman içinde güzel bir hareketi oldu: Çaktırmadan çantasından bir torba dolusu ekmek çıkarıp kuşlar için attı ve ben de bu anı yakaladım; yaptığı iyiliğin bilinmez kalmasını önledim!.. İsa'nın güzel bir sözü vardır: İyilik yaptığın zaman sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin! "İyiliğin gizlide olsun" misali Tevfik hoca da en gerilerde kalıp kuşlara yem attı. Zaman zaman sıralı düzende zaman zaman da yanyana yürüdük. Etkinliğin ilk bölümü çıkış olduğundan incelip tek kat içlikle yürüdük. Tepelerden Kurumcu gölünü seyrettik; daha ilerde ise Çamlıdere barajını seyre daldık. Müslüm hoca 4x4 ayakkabılarıyla önde iz açtı. Başlangıçta seyrek olan kar yükseklerde ve orman içinde çoğaldı, kalınlaştı, derinleşti.


Müslüm hocanın sürpriz parkuru görsel güzelliklerle devam ediyordu; suyu bol bir bölgeydi burası. Ekipte bir de Filistinli bir arkadaş vardı; bu, Filistin Yemenisi takan Kubilay'dı!.. Bugün ekipte artçılık yaptı ve geride kim kaldıysa onu mutlaka bekledi. Soğuk, karları toz hale getirmişti ve bazen dallardan kayan bu kar tozları enseden ya da kulaklardan içeri dalıyorlar, bizi üşütüyorlardı, daha doğrusu birkaç saniyeliğine ürpertiyorlardı. Benim bu yürüyüşte sadece ayağım üşüdü; kendime yeni bir çorap alacağım ve belki de Tahsin hocanın önerdiği çorabı alacağım; şalvarımsı pantolonunu aldığı yerden, herhalde Bahriyeliden almış ve pek memnun kalmış.
Her yerden karşımıza bir göl çıkıyordu; bunlar ya tam ya da yarım donmuşlardı; üzerlerinden sadece kuşlar ya da hafif hayvanlar geçmişlerdi. Tahsin hocanın misafirleri Meral-Cafer ünlü ve fıkracı Haldun bey geziden keyif alıyorlardı; bir Pazar günü evde oturup abuk subuk diziler seyretmek yerine burada, doğanın kucağında, bu görsel güzelliklerin, sessizliğin sakinliğin, ihtirassızlığın, enfes temizlikteki havanın içinde olma kararı verdikleri için de onları kutlamak gerek.


Tahsin hocanın Oidipus hikayesinden Jalelerin Body Worlds yorumlarına; benim küçük bir servet ödediğim kağıt inceliğindeki windstopper'ımdan, Yahya hocanın Nazım hoca yorumlarına kadar geniş bir yelpazede konular konuşuldu. Ekibin oldukça konuşkan bir ekip olduğunu sanırım yeni gelen arkadaşlar Meltem ve Gamze de anlamışlardı.


Tahtalardan yapılma sopalarla yürüyenler de vardı. Yürüyüşte bir çiğdem görmeyi başardık, daha doğrusu Jale başardı. Taşların karlarla örtülü olmaları, etkileyici kar tümsekleri yaratıyorlardı ve sanki başka bir gezegendeymişiz duygusu uyandırıyorlardı. Güneş, sıcak yüzünü gösterdiği anda, doğanın gerdanındaki kardan mücevherler pırıl pırıl yanıyorlardı. Hiçbir mücevher bunlardan daha göz kamaştırıcı değildir. Bu yürüyüşte "içi polarlı ve kulaklıklı bir Adidas şapka" almaya karar verdim. Decathlon'dan 10 liraya aldığım Çin malı ya da Çin'de üretilmiş bere de hoşuma gitti; başımı sıkmadı, terletmedi ve üşütmedi. Müslüm hoca bir öndeydi bir arkadaydı; Erol hocanın bu sene performansının bir hayli arttığını da söylemeliyim; sanırım şehirdeki antremanlardan kaynaklanıyor bu. Yol boyunca Yahya hoca zaman zaman zeybek dansı moduna geçti; Zeybek kursundan öğrendiklerini bize aktardı.


Kayalara yapışmış yosunlara hayranlıkla baktık; onlar beyaza inat yemyeşil yüzleriyle gülümsüyorlardı! Acıkmaya başlamıştık; 1150 rakımlardan 1600'lere kadar yükseldik; sanırım geceye kalmamak için 1750 rakımdan vazgeçildi; açıkçası bu kadar kar yoğunluğu da beklemiyorduk. Bir göl kenarında mola verdik. Ben sabit yemeğimi yedim; ekstradan Jale-Şule yapımı ıspanaklı börekten aldım; başarılı bir yapım olmuş. Mürsel hocadan çok güzel ve kocaman bir hurma aldım. Yahya hocanın dağ incirlerini de ve tabii tuzlu yerfıstığını da dönüş yolunda yedim. "Ye babam ye" tarzı bir şey oldu. Düşenler oldu, kayanlar oldu; herkes ufak tefek kişisel maceralar, kişisel kayışlar yaşayıp Mahzun Kırmızıgül'den bir parça sundular, "Yıkılmadık, ayaktayız" dediler!.. Müslüm hoca iyi bir parkur seçmişti. Bu parkurda bir de minik bir fare gördük; çok küçük ve çok sevimliydi. Kaya altına saklandı ve hızla yok olup fotoğraflanmamayı başardı.
Donmuş suların oluşturduğu şekiller evrenin kendisi gibi gizemliydiler; bazen buzlar şeffaf oluyorlar ve aşağıda suyun içinde lahana benzeri açmış yeşil su çiçeklerini görebiliyorduk. Buz gibi suyun içinde capcanlıydılar ve yeşil gözleriyle bize bakıyorlardı. "Yaktığnız ateşi söntör" gibi güzel bir Türkçeyle yazılmış yazıyı bir çeşmenin duvarlarında okuyup devam ettik. Bazen çamlar, yılbaşı çamları gibi süslenmişlerdi; ama bu kez, erirken donan su sarkıtları yılbaşı süslerinin yerini almışlardı. Dikenlerin üzerindeki kardan şapkalar da bazen komik görünüyorlardı. Koca bir kayanın önünde bayraklı fotoğraf çekiminden sonra hızlandık, çünkü artık inişe geçmiştik. Uzaklardan Yukarıhüyük, Aşağıhüyük, Çamlıdere barajlarını gördük ve saat 17.00 gibi başladığımız yere, Kurumcu gölüne geldik; minibüse bindiğimizde aracın göstergelerinde eksi 3 derece ve 17.22 yazılıydı. Başarılı ve görsel açıdan insanı mutlu kılan bir etkinlik oldu; etkinlik sonunda Erol hocaya komşusunun yaptığı meşhur cevizli keki hatırlattık!..


Yazımı bu kez iki farklı müzikle sonlandırıyorum; Birincisi: Hoş gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa; çocukluğumda sıkça duyup sevdiğim bir müziktir benim; özellikle melodisi hoştur. Elbette bu türkü şu aralar pek popüler değil; ama Türkiye yeniden Modern Yürüyüşü'ne başladığında, Çağdaş nehir yeniden akar hale geldiğinde; ülke, tıpkı Atatürk yaşarken olduğu gibi yeniden Bilime ve Akla döndüğünde, Onu ve bu güzel müziği hatırlayacağız. Geçenlerde bir belgeselde Ay'da kurulacak üssün çalışmalarını izledim; biz de o çalışmaların içinde olmalıydık; çok geri kaldık çünkü Atatürk Devrim hızı, modernleşme kasırgası o ölünce durmuştur; o hız devam etseydi, Bilim ve Akıl öne çıkarılıp akılcı çağdaş bireyleri bütün topluma yayabilseydik, Modern Zihniyet Devrimi'ni sürekli kılabilseydik biz şimdi o belgeselin önemli bir parçasıydık!.. Hedef, rasyonel ve modern bir ülke yaratmaktır ve bunun tek yolu da rasyonel ve modern zihinler, akılcı ve sorgucu beyinler yetiştirmektir; tek kurtuluş eğitimdedir; Tanrı bu ülkeyi eğitimden yoksun bırakmasın!..




İkinci müzik bir İrlanda Folk Müziği ve benim araba müziklerimden!